Babasının memuriyeti nedeniyle çocukluğunu Anadolu’nun muhtelif yerlerinde geçiren Tanpınar, gözlemci bir karaktere sahiptir. Daha sonraki öğrenim hayatında Ahmet Haşim ve Yahya Kemal gibi iki büyük şaire yakın yasaması, şiir estetiğinde önemli rol oynamıştır: Haşim’le resim sanatına yaklaşırken; Yahya Kemal’le sözün nağmeye dönüşen sihrini keşfeder. Fransız şairlerini tanımaya başlaması ile de şiir ufku büsbütün genişler.
Görünenin ötesinde, görünmeyen evrene doğru büsbütün bir atılım halindedir. Şiirlerinde “rüya”, “hayal” ve “masal” kavramlarını sıkça kullanır. Kendi ifadesiyle bu kavramları “güzellik denilen ideal ve şiirin benliğini yapan manevî havayla mükemmeliyet düşüncesi etrafında birleştirir”. Şiir estetiğini “bediî ve saf alâka” uyandırma anlayışı üzerine kurmuştur. Bu nedenle onun şiiri, divan estetiğindeki merkezîleşmeyi devam ettirir. Özlediği dünyayı maddî olarak kurmanın imkansızlığını bildiği için sürekli olarak “eşik”in ikilemini yasar:
“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpâre, geniş bir anın
Parçalanmaz akısında”
dizeleri, zamanın içinde yer alan bu dünya ile dışında yer alan öteki dünyanın parçalanmazlığına olan inancını yansıtır.
Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın şiirini “musukî+his+hayal=şiir” seklinde formüle eder. Tanpınar, ciddi bir üslupçudur ve “amacı, yalnız kendisi olan” şiiri yazmak ister. Başlangıçta heceyi kullanmasına rağmen, sonraları serbest şiire geçmiştir. Folklordan daima uzak kalmıştır. Hayat karşısındaki pasif tutumu, sevdiği kelimeler ile eşikte oluşu, Tanpınar’da rüya ve hayal ile gerçeğin karışmasına yol açar.
Şiirlerinden seçtiklerini Şiirler adıyla kitaplaştırır. Ölümünden sonraysa tüm şiirleri derlenerek Bütün Şiirleri adıyla yayımlanır.